Hristiyanlığın Bozulmasında Avrupa Kiliselerinin Rolü
Allah celle celâluhu İsa’yı (a.s.) hak ile göndermiş ve ona insanlara tevhidin içeriğini öğretmesi ve hayatlarına yön veren Allah'ın hükümlerine yönlendirmesi için İncil’i indirmiştir.
„Mesih: ‘Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbimiz olan Allah'a kulluk edin; kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir, zulmedenlerin yardımcıları yoktur.’ dedi.“ (Mâide, 72)
„Benden önce gelen Tevrat ’ı tasdik etmekle beraber size yasak edilenlerin bir kısmını helâl kılmak üzere, Rabbinizden size, bir ayet getirdim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin.“ (Âl-i İmran, 50)
Fakat, Avrupa kilisesinin inanç konularını karara bağlamak için oluşturduğu konseyler, Allah'tan gelen bu dini, iki noktadan bozdular:
a) İtikad yönünden:
Allah’ı bir yerine üç, Mesih'i de diğer peygamberler gibi bir insan olarak kabul edeceklerine ilâh kabul ettiler.
Kur’ân-ı Kerîm bu konuda şöyle diyor:
„‘And olsun ki; Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir. ’ diyenler kâfir oldular.“ (Mâide, 72)
„And olsun ki; 'Allah üçten biridir.' diyenler kâfir olmuştur; oysa ilâh ancak bir tek ilâhtır.“ (Mâide, 73)
b) Allah'ın İncil'de indirdiği hükümler yönünden:
Evlenme ve boşanma dışında, Allah'ın hükümlerini iptal ettiler. Hayatın diğer kısımlarında ise Roma hukuku geçerli oldu. Kur’ân-ı Kerîm diyor ki:
„Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik. İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleri ile hükmetsinler. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasık olanlardır.“ (Mâide, 46-47)
Kilise böylece, Allah'tan gelmiş olan hristiyanlığı tamamen bozmuş ve Avrupa, hristiyanlığa girdiği günden beri şirkin içinde olmuştur.
Kilisenin İlme Karşı Tutumu
Avrupa Ortaçağ’da koyu bir cehâlet ve bâtıl inançlar içinde yaşıyordu. Bunun için tarihlerinde o döneme, "Karanlık Ortaçağ" diyorlar. Sonra müslümanlarla aralarında, onbirinci yüzyıldan onüçüncü yüzyıla kadar süren "Haçlı Savaşları" diye meşhur olmuş bir dizi savaşlar oldu. Müslümanlarla ilişki kuran Haçlılar, İslamî hayatın bazı üstünlüklerini, içerdiği medenî ve ilmî özellikleri görüp, onlardan etkilendiler ve müslümanlar arasında gördükleri bu değerleri Avrupa'daki yaşantılarında uygulamaya çalıştılar. Bir yandan da Endülüs, K. Afrika, müslüman Sicilya ve Güney İtalya'daki yeryüzünün her yerinden öğrencisi bulunan medreselerden yararlanıyorlardı. Müslüman eğitimcilerden yararlanmaya, ilmî bir eğitim için arapça öğrenmeye ve İslamî eserleri Avrupa dillerine tercüme etmeye başlamışlardı. Bu iki etkiyle Avrupa karanlık ortaçağdan çıkmaya başladı. Fakat kilise, bu ilmî hareketin önünde bir set oluşturdu. Kilisenin bu tavrında iki neden vardı:
a) Toplum üzerindeki hurafelere dayalı otoritelerinin sarsılmasından korktular. Topluma öğrettikleri şeylerin bir kısmı şunlardı: Dindeki bazı incelikleri yalnız din adamları bilir, insanların din adamlarına boyun eğip, bu incelikleri sormamaları gerekir, onların her emrine boyun eğilmesi lazımdır vs...
İlmî gerçekleri öğrenerek gözü açılan insanların bu bâtıl inançlara önem vermesiyle kilise otoritesini kaybetti.
b) Yeni gelişen bu ilmin kaynağı müslümanlardı. İslam medreselerinde eğitim gören Avrupalılar dönüşlerinde hem ilim getiriyorlar hem de müslümanlara ait bazı değerleri toplumlarına aktarıyorlardı. Kilise, İslam medreseleri ve müslüman âlimlerden kaynaklanan bu ilmî hareketle İslam’ın Avrupa'da yayılmasından korkmaya başladı ve giderek müslümanlardan etkilenen Avrupalı bilginlere karşı acımasızca bir savaş başlattı. Müslüman âlimlerden naklettikleri bu ilmî gerçeklerden dönmemeleri halinde ölümle tehdit ettiler, tarihte eşine rastlanmayan işkence ve baskıda bulundular.
Bu olay Avrupalı'nın hayatında, ilmin dinden ayrılmasının ilk sebebi oldu. Dinle ilim arasına perde çekildi. Öğrencilerle dindarlar arasında kalın duvarlar örüldü. Asırlar boyunca artan bu düşmanlığın neticesi, Avrupalı öğrencinin gözünde dinin hurafeler yığını olmasına kadar vardı. Artık onun düşüncesinde "ilmî görüş", dinin yer almadığı görüşler oldu. İnsan, hayat veya kâinatla ilgili hiçbir konuda asla Allah hatırlatılmadı. (Darwin diyor ki: „Herşeyi tabiat yaratıyor, onun yaratmasında bir sınır da yoktur.“ Allah'ı yaratıcı görmek yerine, "tabiat" dediği şeye veriyor bu vasfı. İlmî kitaplarda "Allah" isminin anılması gereken her yerde "tabiat" ismi geçer. Onların görüşüne göre akademik bir eserde "Allah" isminin geçmesi seviye düşüklüğüne sebep olur.)
Kilise ve Din Adamlarının Aşırılığı
Kilise, Allah'tan inen dini bozma, ilmî ve tecrübî gerçekler önünde engel olmakla kalmayıp, insanların ruh, akıl, mal ve bedenlerini de bozmaya başladı.
a) İnsanlara Allah ile aralarında bir vasıta tutmalarını mecbur kıldılar. Kimse rahipten başka bir yolla Rabbi ile bağlantı kuramaz. Ve yine hiç kimsenin günahı, rahibin önünde itiraf sandalyesine oturup da tövbesinin kabul edildiğini açıklamadıkça, bağışlanmaz.
b) Yeryüzünün şekli ve insanın dünyadaki ömrü ile ilgili ilmî gerçeklere ters düşen kalıplaşmış fikirlerin kabulü mecbur edildi. Diyorlardı ki: Bu fikirler kutsaldır, çünkü Allah tarafından indirilmiştir. Kim kabul etmezse dinsiz olur.
c) Mallarının onda birini kiliseye vermeleri zorunluluğu getirildi. Bunlar Allah'a veya miskinlere değil, hiç bir asırda örneği bulunmayan lüks bir hayat yaşamaları için din adamlarına veriliyordu.
d) Din adamlarına insanlık şerefini düşürecek dereceye varan bir saygı koydular. Öyle ki, bir papaz yoldan geçerken orada bulunanların alınları yere değecek şekilde eğilmeleri gerekiyordu. Yer, toprak ya da çamur da olsa bu olmalıydı.
Bunlara ilave edilmesi gereken bir mesele daha var: Avrupalı, yakın asırlarda, derebeylerinin gasp ettiği haklarını istemeye kalkınca kilise, zalimlerden yana çıkarak böyle bir istekte bulunmaları halinde onları, Allah'ın gazabı ile tehdit etti.
Bütün bunların, insanların kiliseden ve dinden soğumalarında önemli etkileri vardır.
Ruhbanlık
„Üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerine güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler.“ (Hadid, 27)
İlk çıktığında Allah rızasını gözettikleri için onlardan bu ruhbanlık kabul edilmişti. Fakat onlar bu gayeyi koruyamadılar.
Kadın ve erkek din adamlarının kaldığı binaların içindeki ahlâkî bozuntu, sapıkların yaşadığı mahallelerdeki hayattan daha beterdi. Kur’ân-ı Kerîm diyor ki:
„İçlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik; ama çoğu yoldan çıkmışlardır.“ (Hadid, 27)
Din adamlarının özel hayatı ile ilgili bu kötü ömek, insanlar arasında abartıla abartıla anlatılmaya başlandı. Böylece insanların dinden nefret etmelerine de zemin hazırlanıyordu.
Mağfiret Senetleri Dağıtılması
Papa’nın, belli bir mal karşılığı insanları Allah’ın yanında affettirebileceğini ve cennete sokabileceğini iddia etmesi ile "mağfiret senetleri" diye ün bulan olay çıktı ortaya. Bu senetlerde şöyle der papa: „Ben Papa insanların geçmiş ve gelecek, bütün günahlarını bağışladım. Artık, bütün günahlardan arınmış, annesinden doğduğu gün gibi temizdir o. Ve kıyamet gününde cennete girecek, Rabbi yanında değerli biri olacaktır.“
Bu senetler, para ile satılmaya başlandı. Artık isteyen istediği günahı işliyor sonra da papadan, kendilerini cennete sokacağını zannettikleri senetleri satın alıyordu.
Papa, diğer din adamlarına da bu senetlerden satma yetkisi verince, daire biraz daha genişledi ve sonunda büyük bir problem oldu. Bunların hepsi, geçen asırlar boyunca Avrupalıyı dinden soğutan ve bugün de tamamen koparan nedenlerdir.
Avrupa Rönesansı'nın Dinsiz Temeller Üzerine Kurulması
Kilisenin, kendisi ile beraber İslamî etkiyi de getiren ilmî harekete nasıl karşı çıktığını söylemiştik. Avrupa’dan İslam topraklarında öğrenime gönderilenler geri döndüklerinde müslümanlarda gördükleri medeniyeti ve İslamî ruhu da ülkelerine naklediyorlardı. Müslümanlardan kaynaklanan ilmî hareketle yayılmaya başlayan İslam, kilise için ürkütücü oldu. Bu hareketin sindirilmesi için Avrupa’da geniş bir kampanya başlatıldı. Yazarlar İslam’ı ve müslümanları küçük düşürücü yalanlarla kaleme sarıldılar. İslam'ın saflığına leke düşürmek, Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) kişiliğine saldırarak, aleyhinde sözler söylemek moda olmuştu. Dünyada olup biten büyük-küçük herşeyi müslümanlara maledip Avrupa ile İslam'ın arasını açmaya çalıştılar.
Müslümanlardan kaynaklanan ilme ve müslümanlara karşı birden yürütülen bu saldırının Avrupalıların hayatında derin etkileri olmuştur.
İslam'a karşı yapılan saldırıların ve Haçlıların müslümanlardan tattığı yenilginin Avrupalılarda İslam’ı kabul etmeme yönünden etkisi vardır. İslami kökenli ilmî hareket ise, gelişmeye devam etti. Çünkü insanlar, cehâletten uyandıktan, ilmî ve gözleri önüne serilmiş hoş sonuçlarını gördükten sonra medeniyeti sevip benimsemişlerdi. Maalesef bu kalkınma, dinsiz hatta dine düşman temeller üzerine kuruldu.
Bugün insanlığın yaşadığı dinden uzak hatta ona düşman, yokluğu halinde yeryüzünde onurlu bir hayatın düşünülemeyeceği ahlâkî ve ruhî değerleri tanımayan ilmî hareket, böyle gelişti. Ve Avrupalı, ilmî ve maddî seviyesi yükseldikçe, dinden biraz daha uzaklaşır oldu.
Avrupa'daki Hayatın Bozulmasında Yahudilerin Rolü
Kilisenin hazırladığı bu zeminden yahudiler, kötülük ve fesat tekerleğini ileri doğru çevirme yönünden iyi yararlandılar. Tıpkı Kur’ân-ı Kerîm’in onlar için dediği gibi:
„Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah bozguncuları sevmez.“ (Mâide, 64)
Yahudiler bu fırsatı, eski rakipleri hristiyanlığı eritmek için iyi değerlendirdi. Her taraftan saldırıp, yıkıcı fikirler yayarak, ahlâkı bozup kalkınma adı altında her türlü rezilliği yaygınlaştırdılar. Kimi zaman kişisel özgürlük adı altında, kimi zaman da başka bir isimle akla gelmeyecek yollardan Avrupalının hayatını her yönden bozuncaya kadar uğraştılar.
Bir taraftan bir yahudi olan Marks, "Din afyondur!" parolasıyla komünizme ve inkâra çağırdı. Diğer yandan da yine bir yahudi olan Freud, ruhî sıkıntı ve psikolojik bozukluklara sebep oluyor gerekçesiyle din ve ahlâktan kopmaktan ibaret olan cinsiyetle ilgili görüşlerini yaymaya başladı.
Üçüncü bir yönden de yahudiler Avrupa'da, malların faizde kullanılması için kapitalist ve ticaret hareketini yönlendirdiler. Bu yoldan da Avrupa'daki hayata her yönüyle egemen olup, onu toptan fesada uğrattılar:
a) Kadını iş yerlerinde çalışmaya zorladılar. Çalışan kadınlar çoğalınca da onları, açılmaya, süslenip püslenmeye zorlayarak ahlâklarını ve kendileri ile beraber gençleri bozdular. Böylece kuaförler, kozmetik ve süs eşyası satan yerler, büyük paralar kazandı ki, bu kazanç olduğu gibi yahudilerde kalıyordu. ("Siyonist Hükümet Protokolü" isimli kitapta yahudi şöyle diyor: „Yeryüzünün her yerinde, ahlâkî çözülme ve inkâr yayılmalıdır.“)
b) "Hürriyet, kardeşlik, eşitlik" gibi sloganlar yaydılar. Hürriyet adı altında da inkâr ve ahlâkî bozuntu yayıldı. İsteyen inkâr eder, isteyen de saçıp savurur, kimsenin diğerinin "şahsi hürriyetine" karışmaya hakkı yoktur!
c) Kadını çalışmaya zorlamakla aile yapısını çökerttiler. Kadın anneliğe ve çocuk yetiştirmeye onu hürriyet ve serbestliğinden alıkoyacak bağlar gözüyle baktı.
d) Ailesi olmayan bir nesil yetiştirdiler. Çünkü anne işiyle meşgul, çocukları yetiştirecek yeterli bir zaman bulamıyor. Ve hippiler ya da onlara benzer tipler yeryüzünün her yerinde yayıldı.
Bunların hepsi, yahudilerin çıkardığı fesatların sadece bir kısmıdır. Bu fesat tekeri hergün daha bir ileriye dönmeye devam ediyor.
Bütün Bunlarda Müslümanların Sorumluluğu
Son olarak da, bugün yeryüzünü kuşatan bu fesattan müslümanların da sorumlu olduğunu söylemek zorundayız. Allah bu ümmeti, sadece kendi içine kapanık olarak yaşaması için en hayırlı bir ümmet yapmamıştır. Tersine bütün insanlığa bir örnek ve rehber olması için göndermiştir:
„Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz.“ (Âl-i İmran, 110)
„Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir!“ (Bakara, 143)
Bu ümmet çağrısını yayıp yeryüzünü nur ve doğru yolla doldurduğu zamanlar insanlığa iyilikler hakimdi. Ümmet, iyiliği emredip, kötülükten sakındırıyor, Allah'a iman edip ona davet ediyordu. Ümmet, son asırlarda bu çağrısını terkedip de zayıflığa ve ona bağlı olarak da korkuya kapılınca insanlığa, Allah ve Rasûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) iman etmeyen, hayata O’nun hükümlerini uygulamayan câhilî bir grup egemen oldu. Bununla da insan ve cinlerin şeytanlarına fesadı yaymaları, iman yerine küfrü hakim kılmaları için fırsat verilmiş oldu. Müslümanlar dinlerine gerçekten dönmedikçe yeryüzü ıslâh olmayacaktır. Eğer müslümanlar dinlerine yeniden dönerlerse Allah'ın onlara vaadi olan, yeryüzü egemenliği ve güven önceden olduğu gibi yeniden gerçekleşecektir:
„Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temeli yerleştireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar.“ (Nur, 55)
Avrupalının tarihinden aldığımız bu kesit, bugün batıya egemen olan, inkâr ve ahlâkî çöküntünün yayıldığı havayı açıklaması bakımından yeterlidir.
Yukarıda bahsettiğimiz, kilisenin tutumu, yahudilerin rolü, müslümanların görevlerini aksatmalarından ibaret üç etken, Avrupa'da yayılan din düşmanlığının çıkmasına sebep oldu.
Bunların en tehlikelisi de inkâr ve ahlâkî çöküntüdür. Çünkü insan, Allah'tan ve O'nun programını yeryüzünde uygulamaktan uzaklaştı mı artık arzularının varacağı yerin bir sınırı yoktur. Avrupalının şu andaki durumu buna en güzel örnektir. Dinle ilim, dinle hayat arasındaki mevcut ayrılık, gençler arasındaki intihar, delirme, sıkıntı, ruhî ve asabi hastalıklar, alkolizm ve uyuşturucu tiryakiliği... İnsan yaratılışının bizzat yok olmasına sebep olmuştur. Bunların hepsi kuşkusuz insanların Allah'tan ve dinden uzak olmalarından kaynaklanıyor...
Muhammed Kutub (rh.a.), İslam İnancı